12 Mart 2013 Salı

HER GÜN BİR BARDAK ŞİİR İÇELİM ÇOCUKLAR!













Merhaba, bugün biraz havadan sudan bahsedeyim dedim. Havanın ve suyun tarifi en güzel nerede yazıyorsa oradan giriş yapayım istedim konuya. Elbette şiirlerdedir en güzel tarifler, en güzel sorular.
Şiirler de çocuklar gibi soru sormayı severler. Ağaçlara, kuşlara, insanlara ve daha birçok şeye dair biz büyüklerin aklına gelmeyen sorular gelir çocukların aklına. Ve onları öyle bir anda sorarlar ki ağzınızda kelimeler çoğalır, ancak onları nasıl bir araya getireceğinizi bilemezsiniz.






İşte bu noktada Kemal Özer çocuklar için "Sorulardan Bir Gökkuşağı" oluşturmuş. Şiirleriyle sorgulamış dünyayı. Tıpkı çocuklar gibi;

"Sormadan yaşasam bunca soruyu
boyum yine uzar belki
ama sormadan yaşayan biri
nasıl anlar dünyada olduğunu?"






***
Böyle güzel şiir kitapları oldukça çocukların gökkuşağı gibi zihinlerine yeni renkler katılıyor eminim. Ancak çocukların şiir okumasına gereksiz bir etkinlik gözüyle bakanlar da çok. Geçenlerde Varlık dergisinde okuduğum Hüseyin Yurttaş'ın bir yazısından bu kanıya vardım. Ders kitaplarının arasında kalmış, müfredatın zorunlu kıldığı organizmalar gibi bakılır onlara diyor Yurttaş. Çocuklar bir şiir kitabı alacak olsa, velilerin "Şiir o! Onu alma, bak burada daha başka kitaplar var" gibi sözleri de çok işittiğini belirtiyor Hüseyin Yurttaş.  
Şiir sevdirilmiyor gerçekten. Şiirler belirli gün ve haftalarda bağıra çağıra okutuluyor çocuklara. Onlar sadece ezberletiliyor. Her ezberi unuttuğumuz ya da unutacağımız gibi belleğimizden silinip gidiyorlar. Sonra okul bittiğinde yırtıp attığımız kitaplar gibi onlar da belleğimizin çöplüğüne gidiyor.


 
***

Biz yine de yılmadan çocuklarımıza şiir okutalım. Ben de bir şiir kitabı daha tanıtayım sizlere. Edebiyatımızın büyük ustası Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Balina ile Mandalina adlı şiir kitabı dostluğa dair dersler içeriyor. Edebiyat yaşamını sadece şiire adayan Dağlarca bakınız Mandalina'yı nasıl da dillendiriyor:

"Benim adım Mandalina'dır efendim
Sıcak ülkelerde
Bir ağaç yetişir
Sevinci yaşamasından güzel
Kokusu rengi sevincinden güzel
İşte biz Mandalinalar
Çocuklarıyız onun."






5 Mart 2013 Salı

ANNE PAMUK PRENSES'İN ADI NEDEN PAMUK?

Masalların Bize Öğrettiği Toplumsal Cinsiyetler


Bu soruyu kızım bana sorduğunda epey küçüktü. Bütün çocukların okuduğu masallardan o da okuyor ve böyle garip bir soru sorarak beni şaşırtıyordu. Ben de ona "kızım, bu prenses çok temiz ve güzel olduğu için ona öyle bir ad koymuş olmalılar" demiştim.

Yoksa bu klasik masal bize toplumun belirlediği kız cinsiyetine belli görevler mi yüklüyordu? Ne de olsa pamuk prenses masum, zavallı, güzel mi güzel bir mağdureydi. Onun yedi tane cücenin evinde kalabilmek için bir takım ev işlerini yapması gerekiyordu. Cücelerden biri "elbette bizimle kalabilirsin, ancak temizlik ve yemek yapacaksın" demişti. Ha bu arada cüceler de erkeksi özelliklerinden arındırılmıştı. Çünkü onlar çirkindi. Sonunda da kurtuluşa bir prensin gelip onu öpmesiyle kavuşacaktı. Tabii burada da prensesin hiç söz hakkı yoktu. Hep bir kurtarıcıyı bekliyor ve kurtarıcısına aşık oluyordu. Peki sonra ne oluyordu, mağduremizin evlilik hayatı herhalde masallara laik değildi.:)


Diğer klasik masallara baktığımızda da buna benzer cinsiyet ayrımcılığını görebilmekteyiz. Kül kedisi Sinderella yine çok acılar çeken bir üvey evlatken mutluluğu bir prensin onu beğenip evlenmesinde bulmuştu. Saçlarıyla yedi cihana nam salmış Rapunzel zalim üvey anne tarafından zindana kapatılmış, yakışıklı prensinin onu kurtaracağı anı beklemekteydi. (Bu arada Rapunzel'in geçen yıllarda bir filmini izlemiştim. Bu filmde Rapunzel isyankar ve cesaretli olarak gösteriliyor, zindanından kendisi kaçıyordu.) Kırmızı Başlıklı Kız, kötü yola düşüyor, düştüğü kötü yolda onu bir kurt yiyordu. Bu kurt toplumun -kötü- yoldaki kadınların düştüğü durumları simgeliyordu. Kurdun cinsiyeti de erkekti.

İşte onlara verilen bu isimler de onların bu saflığını, masumiyetini ifade eden cinsiyetçi bir yaklaşımın sonucuydu. Pamuğun beyazlığı, kırmızı başlıklı kızın kırmızısı toplumun kadınlara yüklediği korunması gereken bir olguydu.

1 Mart 2013 Cuma

KİTAPLARI NASIL SEVDİRELİM?


Kızımla kütüphaneye gitmeyi çok severiz. Kütüphaneden ödünç kitap almayı bir gelenek haline getirdik diyebilirim.

Bizim kütüphanemizde çocuk köşesi bölümüne her zaman hızlı adımlarla koşarız. Ancak o bölümün içler acısı haline her zaman üzülmüşümdür. O daracık raflarda kızımın yaşına uygun, onun sevebileceği bir kitabı seçmek akla karayı seçmekten daha zor. Sıkışmış kitaplar arasında gözlerimiz yavaş yavaş gezinirken alt rafta sayfaları neredeyse hamur haline gelmiş, dağılmış kitaplar görmek insanı üzüyor.

Sonra düşünüyorum kızıma farkettirmeden; çocukların bu kitapları seçmesi için daha pratik bir yol bulunamaz mıydı diye. Elbette bulunurdu diyorum kendi kendime. Kızımsa bu duruma pek aldırmıyor ya da öyle görünüyor. Bir de düşünüyorum bizim zamanımızda bunca kitap mı vardı diye ama bu da çok sınırlı bir bakış açısı oluyor. Ben yardımcı olmasam çocuk hangi kitabı seçeceğini şaşırıyor. Her çocuk bu şekilde bilinçsizce kitap seçse onları okumaktan soğutmuş olmuyor muyuz?

Bu başlık daha çok konuşulur...